5 Nisan 2013 Cuma


Hayat

Hayat aslında tam bir çan eğrisi olduğunu yakın zamanda uygulamalı olarak görmemizi sağladı. Eşimin 92 yaşındaki dedesinin son zamanlarıyla bizim küçük adamın ilk zamanları çakışınca bunu çok net gözlemledik. Dedemiz ile oğlanın tuvalet alışkanlık(!)ları, yeme içme ritüelleri ve içeriklerini bırakın uyku süreleri bile aynıydı. Ondan sadece 1 yaş küçük olan babannemiz ise maşallah sağlığı yerinde, her işini kendi görebilecek durumda… Ancak haliyle hafızasında zayıflamalar var. Her ziyaretine gittiğimizde “Size altın top hikayesini anlatmış mıydım?” diye sorarak çocukların altın kadar değerli olduğu ana fikrini içeren hikayeyi anlatır. Geçen sefer eşim dayanamayıp “Evet anlatmıştınız” dedi!! Belki 10 sefer büyük babannenin sigaraya başlaması ve bırakması sürecini dinleyerek çevremizdeki tüm tiryakileri de tek tek belirleyip kınamayı unutmadık.

Bütün bunlar yaşın getirdiği normal süreçler diye düşünürken kendimi insanlara “Sizi şunu anlatmış mıydım?” diye sorarken yakalamaya başladım. İşin kötüsü insanlar bu soruma müspet cevaplar veriyordu!! Üstelik çan eğrisinin o düzlüğe yakın kısmına gelmeme çok vardı daha… Ben de çareyi bir kere anlattığımı hatırladığım bir şeyi bir daha anlatmamakta buldum. Ancak bu da bir çözüm olmaktan çok sorun olmaya başladı. Çünkü bu sefer de konuyu anlatmam gereken kişiden önce bir başkasına anlattıysam, anlatılması gereken durumdan bihaber kalıyordu. Bu sefer de “Aaa, ben sana bunu anlatmadım mı?” sorusuna müspet cevaplar almaya başladım.   Beyin progeriasına tutulduğumu düşünmeye başladım artık, başka bir açıklaması yok sanırım.

Size altın top hikayesini anlatmış mıydım?

4 Nisan 2013 Perşembe


Giriş


Bu blogu oluşturduğum zamanın tam da yeterlilik öncesine denk gelmesi tesadüfle açıklanamaz (atayizler, bunu da açıklayın!!). “Öncelikle genel şablonu oluşturayım, yeterlilikten sonra içini doldururum” diye düşünsem de, yeterlilik sonrası üzerime çöken atalet ne yazık ki bu hedefime ulaşmamı engelledi. Sonrasında ise aramıza katılan minik adam blog açısından işin tuzu Ribéry oldu. Tesadüfen, bir bloga yorum bırakırken, blogger hesabımdan giriş yapmasam kim bilir bir defa ne zaman aklıma gelecek olan blogumun, içinde profil fotosu dışında bir şey olmamasına rağmen 6’sı geçen ay olmak üzere 90 kez görüntülenmesi bende bir “sosyal sorumluluk” duygusu yarattı da bir giriş yazısı yazmaya karar verdim. 

Blogu oluştururken tamamen geyig yapmak amaçlı kullanacağımı düşünüp ismi de ona uygun belirlemiştim. Sonrasında ise hiç geyig havasında olamadığımdan eskiden dutluk olan bu alan hala dutluk olmayı sürdürdü. Şimdi ise hala ne yazarım, ne sıklıkta yazarım bilemesem de aklıma estikçe çiziktireceğim sanırım.

Rast gele…